Yoksulluk, toplumun genel katmanının sahip olduğu imkânlara belli ölçeklerde sahip olamamayı ve bu imkânlardan faydalanamamayı ifade eder. Başka bir ifadeyle yoksulluk, insanın temel ihtiyaçlara erişimdeki kısıtlılığından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda yoksulluk kavramındaki en önemli fasılalardan biri de, gıdaya erişim zorluğudur. Açlık sınırı olarak da tanımlanan gıdaya erişim zorluğunu gidermek, gıda bankalarının başlıca görevidir. İsrafın had safhaya ulaştığı bir dönemde, kullanılabilir durumdaki ürünlerle, ihtiyaç sahibi insanları buluşturmak amacıyla organize olan gıda bankaları, ülkemizdeki hukuki hüviyetini ilk olarak 27.05.2004 tarihinde kabul edilen 5179 sayılı kanun ile kazanmıştır. İlk örnekleri Avrupa ve Amerika’da görülmüş olan gıda bankaları, ülkemizin sahip olduğu kadim vakıf kültürünün de etkisiyle 2004 yılından bugüne giderek yaygınlaşmıştır. Son kullanma tarihinin yaklaşması, ambalajının zarar görmesi veya hatalı paketlenmesi, stok fazlası olması gibi nedenlerle; üretici ve veya satıcı kuruluşun ekonomik olarak değerlendiremediği ürünleri, tüketilmesi durumunda insan sağlığına zarar vermemesi kaidesiyle bağış olarak alan gıda bankaları, bu ürünleri ihtiyaç sahipleri ile buluşturmaktadır. Vergi mevzuatımız, gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara gıda bağışında bulunan kuruluşların, bu bağışlarının maliyet değeri üzerinden, vergi matrahı tespitinde gider olarak indirilebileceğini öngörmektedir. Gıda, giyim, temizlik ve yakacak ürünlerinden müteşekkil gıda bankacılığı sisteminin yaygınlaşmış olmasına rağmen, bağış yapmaya aday kurumlar nezdinde yeterince anlaşılamamış olması, mevcut potansiyeli değerlendirmeye engel teşkil etmektedir. Bu çalışma ile var olan potansiyelin doğru kullanılması hususunda tespit edilen sorunlara dikkat çekilmiştir ve bu sorunlar için gerekli çözüm önerileri yapılmıştır.